Bu statla ilgili hikayeler dinledik abilerimizden. “Sağ – sol kavgası ile sokaklar çalkanırken aynı renklere gönül vermiş bir devrimci ile bir ülkücü atılan gol sonrası birbine sarılıp sonra hemen kime sarıldıklarını fark edip ayrılırlardı..” gibi hikayeler. Benim hikayem bu kadar kitlesel değil, bir baba ile oğlu arasında. Bizi yetiştiren nesil “babanın yanında çocuk sevilmez” düsturu ile büyütülmüş, büyükleri yanında çocuklarını kucağına dahi almayan ve çocukları ile ilişkilerinde de belli bir mesafeyi hep korumuş (tercihen değilse bile görgü icabı) ve nerede ise çocuklarını onlar uyurken öpüp sevmiş bir nesildi. Bu nesilden bir baba ile bu babanın büyük oğlu birbirlerine sevgilerini dile getirmedikleri gibi sevgi temelli temasları sadece el öpmek ve sonrasındaki kucaklaşma ile sınırlamışlardı. Bu kucaklaşma bir sarılmaya meyl etse de ritüelin parçası olup kucaklaşma ile sınırlanmıştı.
Baba pek çok kere yaptığı gibi iki oğlunu alıp maça gitmişti, ki iddia ediyorum bunu söylemiş olmasa da en az maçı izlemek kadar orada çocukları ile birlikte olma fırsatı elde etmekten de memnundu. Beşiktaş İnönü stadı eski açığında maçı izleyen baba etkili bir Beşiktaş atağında öne doğru eğildi, sonra doğruldu, büyük oğlu da aynı heyecanda ayağa kalkmış ve tüm dikkatleri ile pozisyonu takip ederlerken golle birlikte birbirlerine “ancak bir babanın oğluna, bir oğulun babasına sarılabileceği kadar samimi ve içten” sarılmışlardı… küçük çocuk ise maçın başında atılmış konfetiyi (bir rulo şeklindeki ince, uzun ve renkli kağıt adı başka bir şey olabilir) yakalamış halen onu sarmakla meşgulken bu sahneye şahit olunca bunun bir anlamı olduğunu kavramıştı.
Şimdi o stat yıkılacakmış, yerine çok daha moderni yapılacakmış. Daha konforlu olacakmış. Seyirciler daha kolay girecek, daha kolay maç izleyecek, daha kolay çıkacakmış. Tuvaletleri daha temiz olacakmış, ofis gibi de kullanılabilecekmiş. Locaları olacakmış. Bokmuş, püsürmüş…
Olmasın efendim. Her yeri konforlu, lüks, modern hale getirmek zorunda mısınız? Her şeyin ruhunu söküp atıp yerine ruhsuz binalar inşa etmek zorunda mısınız? Ne var o statta da hiçbir zaman 50.000 kişi olmasın. O statın özelliği de temsil ettiği ruh olsun. Güçlendirin, restore edin, tuvaletlerini yenileyin ihtiyaç olan ne ise onu yapın… Ama yıkmayın. Bırakın orası da öyle kalsın.
Bırakın hatıralarımız yaşasın. Bırakın bir çocuk babasının hatırasını 15 günde bir de olsa, gözünü o tribüne, o gün oturduğu yere dikip, sigarasını nerede ise bir nefeste bitirecekmiş gibi çekip anabilsin. Çok mu şey istiyoruz? Hiç mi hakkımız yok?
Son maç 11 Mayıs’ta oynanacakmış. Şaka gibi bir tarih. O gün benim doğum günüm. O adam benim babam, o büyük çocuk benim abim, o hatıra benim hatıram…
Yıkmayın…