Erik ağacının ucundan tutup dalını aşağı doğru çekiştirdi çocuk, babası elini tuttu, ancak tutabilecek kadar sıkı, hissedilmeyecek kadar gevşek… dünyanın en nazik eşyası nasıl tutulursa öyle tuttu…
… o eğdiğin dalın gövdesi bir fide idi, dedi. o fideyi deden getirdi, dedi. toprağın karnını yumuşakça açıp sıcak yatağına bebeğini yerleştiren anne gibi şefkatle koydu, dedi. yaz günlerinde suyunu taşıdı, dedi. dibini eşeledi, toprağını havalandırdı, dedi. önce gövdesi eğilmesin diye bir dayanak ile destekledi, gün geçtikçe güçlenen gövdesine bir dosta yaslanır gibi yaslandı, dedi. meyvesini ben görmesem de torunum yer, dedi. çocuk sükunetle dinledi, anladı, eğdiği daldan aldığı eriği yedi, babası ile göz göze geldi, babası elini tuttuğu halde orada değildi…
… kökü var o ağacın dedi, düşündüğünden daha derinde dedi, sen su vermesen de derindeki köklerinden beslenir dedi, kök salmasa gelişemez, yeterince beslenemez, serpilemez, büyüyemez dedi, toprağa sıkıca tutunamaz, rüzgarda savrulur dedi…. insan da böyledir dedi…
ağaç kökünü resimden gören çocuğa bu açıklama yetmedi… deden dedi, yediğin meyvenin ekenidir, senin için çaba sarf edendir, sana bir gelecek teşkil edendir dedi… köklerin dedene uzanmazsa bu meyveyi yiyemezsin dedi… gelişemezsin, büyüyemezsin dedi… ağaç da böyledir dedi…. çocuk anladım dedi, anladım… bir çocuk ne kadar anlayabilirse o kadar anladı…