Bank

gri bir İstanbul sabahında, sahilde boş duran iki bank gibidir bazen hayat…
güneşli havalarda kemiklerini ısıtmak için yüzünü güneşe dönmüş bir çift ihtiyarın oturduğu vakitlerde dinginlikle, geçmişe özlemle, kaybetmeyi bilerek, kayıplara bir daha ulaşamayacağının bilincinde olarak sürülür bazen. işte böyle bir şeydir bazen hayat…

sonrasında o ihtiyarların boşalttığı banklara elindeki kırmızı, mavi, beyaz balonlarla bir çocuk oturur, annesinin babasının sevgi dolu bakışları altında… o zaman hayat dinamiktir, peşinden koşulan rüzgara kapılmış balondur… düşsem dizlerim kanar mı diye düşünülmez, kaçan balona üzülmekten önce kaçan balona yetişmek fikri baskındır… ilk olan, asıl olan isteklerinin peşinden koşmaktır. üzülmek, bir sonraki sevince kadar verilmiş bir aradır ancak. asıl olan, hissedilen, ilk ve evvel olan mutluluğun peşinden koşmaktır. yorulmak ve sonrasında dinlenmek ancak bir “zul”dur. durmak sıkıntı verir, zaman kaybıdır. öyle olduğu bilinmese de hayat hızlı yaşanması gereken bir şeydir. ve öyle de yaşanır… işte böyle bir şeydir bazen hayat…

sonra o iki banka iki yabancı oturur. ilk önce birbirlerinden habersiz iki yabancı… gözler ufuktadır, ileri bakılır… ileri bakılır çünkü yanında bakmaya değer bir şey yoktur ve insanın hayalinde yaşadıkları elini uzattığında dokunabileceği kadar yakınında değil, ancak seçebileceği kadar uzağındadır. ufukta görünen sevgidir, aşktır, bir dosttur, bir omuzdur, bir eldir… ileriye bakan için o an gerekli olan her şeydir. içerisinde bir müzik tınısı vardır. bir yerlerde var olduğu bahsedilen sevgilinin haberini veren bir şarkının sözleri dolanır dudaklarına ve sonra göz ucu, bir başkasının gözlerinin ucuna değer. ufuktaki hayal, ete ve kemiğe bürünmüş yanındaki bankta oturuvermiştir. bir ahu’dur, nehrin kenarına su içmeye inmiş bir ceylanın ürkek adımlarını atmış da gelmiştir. o ince ve narin başını uzatacağı su birikintisinden emin olmayandır. ürkektir, telaşlıdır, heyecanlıdır. elini sallasan rüzgarından uçacağı sanılandır. değil mi ki o da ufka bakmaktadır? değil mi ki o da hayalini sevgiliye dönüştürmek istiyordur? ya da birazdan gelecek olan sevdiğini mi beklemektedir?.. işte böyle bir şeydir bazen hayat…bir ihtimalin ardına gizlediği ümidin peşinden koşturur seni…

hava kararır sonra ve bankın misafirleri değişir. dinginliğiyle ihtiyar, hayat dolu çocuk, hayaline aşık, aşkı ihtimaller ardında hayal olan genç gider ve asıl ev sahibi gelir, elindeki gazete kağıdını üşümeye çare bilen, yetmediği yerde şarabına sarılan o adam, sakalını sıvazlayarak banka oturur. o da ufka bakar. hayaline aşık gencin ihtimaller ardındaki sevdiği kaçıverir ufuktan, ihtiyarların özlediği mazi de ufku terk eder ve artık ufukta görünen bezginlik, nobranlık, hayal kırıklığı, terk edilen ev / eş / iş, kapanan kapılar, tanıdıkların kendisine dönülmüş sırtları, sırtını döndüklerinin sapladığı hançerler, acı, nefret, hırs ve nihayetinde gelen boş vermişlik, umursamazlıktır. akşamın alacasından sabahın ilk ışıklarına kadar nöbeti devralırlar. artık ufuk bakmaya değer bir şey değildir. artık bank güzelliklere açılan pencere değildir. müziğin ritmi değişmiştir. enstrumanlar neşe ile şakımaz, bir hazan mevsiminin hışırtısı vardır ancak sokaklarda… bir tahta sertliği bir demir soğukluğu oluverir bank.
iste böyle bir şeydir bazen hayat…
bir bank hayatı yaşamaz, bir bankta hayat da yaşamaz…
iste böyle bir şeydir hayat…
hayat yaşamaz, hayat’ta yaşanmaz…

“Bank” üzerine bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir