bir yılbaşı gecesi

okul ve işler yarım gün olurdu.

biz okuldan, annem ve babam işten öğlen gibi gelmiş olurduk.

TRT zamanları öğlenden sonra bir tane Noel Baba’lı film olurdu.

biz onu izlerdik.

annem ve babam alışveriş yapmış olurlardı.

havalar daha sert olurdu, karlı yılbaşları vakıa idi.

soba illa ki yanardı.

ben üniversite gidene kadar evimizde soba vardı.

yemek hazır olunca birlikte sofraya oturulurdu.

genelde tam bir tavuk olurdu, fırına verilmek üzere yada pişmiş geldiği de olurdu.

pişmiş tavuk gelirdi bizim eve.

ben derisini severdim ama tek değildim.

o nedenle dilediğin kadar değil, yeteri kadar yenirdi.

sadece derisi değil, tavuk da.

pilav malum, tavuğun sofradaki en yakın dostu.

yemek yenirken yılbaşı programı başladı.

televizyonda görmeyi arzu ettiğimiz ünlüler vardı.

sadece televizyona çıkarsa görürdük.

youtube, sosyal medya, magazin programları yoktu.

merakla, ilgi ile izlemek için sabırla beklerdik.

beklediğimiz için daha fazla haz alırdık.

beklemek, beklediğimiz şeyin hazzını arttıran birşeydi.

sıkıntıdan bizi delirten birşey değildi.

herşey beklenirdi, herkes beklenirdi…

beklemenin bir manası vardı, bekledikçe erişilen.

evimizde yılda bir kere ve sadece yılbaşında olan şeyler vardı.

mesela çiğköfte…

malzemesi gündüzden alınmış

yeşilliği özenle yıkanmış

salçası, acısı sofra örtüsüne serilmiş

ve illa ki babam tarafından yoğrulmaya başlanmış

çiğköfte…

bence o zamanlar çiğköfte bitişik yazılırdı.

bizi bir örtünün etrafında toplayan,

özenle hazırlanan,

nerede ise birlikte yoğrulan,

bizi bir arada kılan,

birlikte birşey yapmaya vesile olan,

bizi yoğurup bir araya getiren;

çiğköfte…

illa ki birlikte yazılıyordu o zaman…

çiğköfte hazır olunca bir de çay bardağı çıkardı ortaya.

evimizde sadece o gün ortaya çıkan…

yılda sadece bir kere ortaya çıkan o bardağı,

o bardaktaki rakıyı,

o gece kimse yadırgamazdı…

satın alınmış yada geçen seneden kalmış bir tombala, öyle veya böyle ortaya çıkardı en sonunda.

bir göz hep televizyonda.

sabırla beklenmiş şarkıcılarda.

sohbet edilirdi birlikte.

gülünürdü.

eğlenilirdi.

sonra bir misafir olurdu genelde.

dayım.

bize değil de daha ziyade babama gelirdi sanki.

bize yine sabırla beklenmiş çikolata ve gofretler,

misafire de bir çay bardağı…

sohbet devam eder.

gece yarısı dansöz çıkar.

hep birlikte izlenir ve kimse yadırgamazdı.

öyledik.

eve asla içki girmezdi.

ama o gece içilirdi.

yadırgamazdık.

öyleydik.

dansöz kıyafetli bir kadına bakılmazdı.

ama o gece izlenirdi.

yadırgamazdık.

sonra müziği açar hep birlikte oynardık.

göbek atardık.

yadırgamazdık.

sonra

herşey değişti.

herşeyi değiştiren ise tek birşey oldu.

O olmayınca uzun süre,

yılların başı yada sonu olmadı.

sonra

çiğ köfte ayrı yazılmaya başladı…

sonra

çay bardağından sadece çay içildi..

daha da sonra,

gidenin rolü kendi filmimde bana geçince,

çiğ köfteyi ayrı yazıyorsak da,

birlikte yazacağımız bir hikayenin peşine düştük…

çay bardağından sadece çay içiyorsak da,

birlikte içeceğimiz nice güzel şeyin peşinde düştük…

dileğimiz o dur ki;

30 sene sonra ortaya birlikte el uzatılan bir ortak değer, güzellikle anılacak bir hikaye bırakmış olabilelim…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir