Halef ile selef karşı karşıya geldiklerinde (devir törenlerinde) halef, selef’ini incitecek davranışlardan kaçınır. Aslında bunun bu şekilde olmasında “adab-ı muaşeret kurallarına riayet etmek” kadar bir başka sebep daha vardır. En nihayetinde o mevki / makam verilen bir şeydir. Bidayeti (başlangıcı) olan her şeyin bir de nihayeti (bitişi) olduğuna göre bugün halef olan yarın selef de olacaktır.
Şimdi burada durup “Veren”i doğru tanımlayabilirse insan, o mevkii / makamı ne kendisinden ne de kendisi atayandan değil, gerçekte kendisine Veren’den bilir. Bu bilinç bidayeti ve nihayeti yaratanı tanıyınca halef iken sevinmez selef iken üzülmez. Senin değildir, Veren sana layık görmüştür, senin olmayanı sana verip sonra da geri almıştır. Hiç bir basamağında üzüntü yada sevinç yoktur.
Bir mevki / makamın “sana layık görülmesi” bir tarafı ile esasen ödül değildir. Buradaki “layık görülmeyi” olayın kişiye layık görülmesi değil, kişinin bu olay ile sınanmaya layık görülmesi şeklinde dahi okuyabiliriz.