sen, sen, sen!

genç idin ya sen, yaş aldın…
erken idin ya sen, geç kaldın…
coşkun idin ya sen, duruldun…
koşar idin ya sen, yoruldun…
konuşur idin ya sen, sus oldun…
ateş saçar idin ya sen, söndün..
muhteris idin ya sen, sukünete erdin…
yaşar idin ya sen, öldün…
ölmeden, ölünüz’ü duydun da kavramadın ya sen, işte şimdi iradi olarak yaşamadığın ölümü, tabii olarak yaşadın sen…
iradi olarak ölmek, nefsinin öldürmek idi de yapamadın ya sen, işte şimdi can bedenden ayrıldı da tabii olarak öldün nefsin ve sen…
şimdi bir vakitler kıymetli olan artık kıymetsiz oldu…
şimdi bir vakitler değer verdiğini ayağının altına dahi almazsın ya sen, işte üzerine aldığın, altında gölgelendiğin, sığındığın, korunduğun, hatta korkuttuğun o kıymetler şimdi hesaba çekileceğin bir bela olarak karabasan gibi bastı da üzerine ne yapsam diye düşünür oldun sen…
sen… sen!, sen! diye kendine seslenen…
bu sona ermeden yola girenlerden, ölmeden ölenlerden, istikametini doğrultanlardan, sıratı müstakim üzere olanlardan olmanı dilerim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir